RAMAZAN-I ŞERÎF’İN EHEMMİYETİ
ۚ شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِي أُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدَىٰ وَالْفُرْقَانِ
“O şehr-i Ramazan ki insanları irşad için Hak Furkan’ı, hidayet delili, beyyine halinde Kur’an onda indirildi.” (2/185)
“Allah’ım Receb’i ve Şaban’ı bizim için bereketli kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.”
Ayet-i Kerime’nin emr-i mûcibi ve Efendimiz’in (a.s.m) duası bereketiyle 11 ayın sultanı Ramazan ayı ve Ramazan orucu nefisle mücadeleyi, sabır yollarını, insani vasıfları ve hayatın levazımatını öğreterek insanı saadet-i uhreviyeye ulaştıran İslam’ın erkân-ı hamsesinin birincilerindendir.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
“Ey İman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı; böylece umulur ki takva dairesine girer fenalıklardan sakınırsınız.” (2/183)
Ramazan’ı Ramazan gibi tutabilmek için hakikatine vâkıf ve gafletten uzak olarak, bu gelecek ayı daha gelmeden belki günler önce hatta aylar öncesinden karşılayabilmek çok önemli bir ahvaldir ki;
İnsan, konsantre olmadan girdiği bir namazda feyiz ve berekete hakkıyla mazhar olamaz. Aynen öyle de; Ramazan’ı hasretle beklemeyen, Recep ve Şaban ayını Ramazana hazırlık olarak değerlendirmeyen insanın da Ramazan’ın hakkını verebilmesi düşünülemez. Çünkü bir şeyin hakkını verebilmek için o yapacağı emrin kimden olduğunu bilmesi, düşünmesi, incelemesi ve intizar ile beklemesi aşk u şevkine sebeptir.
Nitekim bir anne dokuz ay evladını beklediği zaman onun gelmesi yakınlaştıkça heyecan ziyadeleşir. Ve evlat, manen o evde yaşamaya başlar. Manen yaşamaya başlayan bu evlat, geliş gününü müjdeli bir haber ile tamamladıktan sonra artık vazgeçilmez muhabbetlisi, gönüllerin meyvesi hükmünü alır. Anne bütün şefkat ve himmetiyle evladını rahat ettirebilecek halet-i ruhi ile onu dantela gibi örmeye başlar.
Bu şuurla beklenen ve emanet olarak elde tutulup örülmeye başlanan evlat misali Ramazan ve onda tutulan oruç ilede her mümin adeta Ramazan geldiği zaman Ramazanlaşmalı, Kur’an’laşmalı ve Kur’an-ı Kerim’in hakkını nasıl verebilirim düşüncesiyle Ramazanın mukaddimesi olan ayları değerlendirmeye çalışmalıdır.
Efendimiz (a.s.m) buyuruyor ki; “Recep ayında Allah-u Teâlâ’ya çok istiğfar edin. Çünkü Allah Teâlâ’nın Recep ayının her vaktinde Cehennemden âzâd ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki ancak Recep ayında oruç tutanlar girer.” (Deylemi) buyrularak Recep ayını değerlendirmenin ehemmiyetini
Hazret-i Aişe validemiz de; “Rasulullah’ın (a.s.m) hiçbir ayda Şaban ayından daha çok oruç tuttuğunu görmedim. Bazen Şaban’ın tamamını oruçla geçirirdi.” (Buhari) diye buyurarakta adeta Şaban ayının kadir, kıymet ve hakkının nasıl yerine getirebileceğini bizlere örnek gösterir.
Sünneti bihakkın yaşayan ve talebelerine bu hususta mütemadiyen ders veren Üstad Hazretleri üç aylar girdiğinde talebelerine hatim için Kur’an-ı Kerim’den cüzler taksim ederek mübarek Şuhûr-u Selâsede her gün bir hatim indittirerek bu ehemmiyeti zamanımızda olmazsa olmazların arasına koyar idi.
Ramazan ayı bir yıllık ömür dilimimizde öyle nazlı ve nazenin bir ay olarakhakkı yerine getirilerek yaşanabilirse; dakikalarına, saniyelerine varıncaya kadar her an-ı seyyalesi ayrı bir boyutta manevi bir cennetin esintisi ile öteleri bir nebze yaşatan lutuf bezeyi ile gufran ayıdır.
Ramazan ruhanî zevklere erişilecek ve nurdan terakkilere insanı götürüp tedenniden uzaklaştıracak ihsandır.
Zira insanların melekleşme ayıdır Ramazan.
İnsanların melekleri kıskandırma ayıdır Ramazan.
İnsanların meleklerle adeta ibadette yarışma ayıdır Ramazan.
Günahlardan tasaffi edip melekût âlemine yelken açma ayıdır Ramazan.
Sultan-ı Zişan’ın ihsan-ı şerifi olan Ramazan ayındaki orucun cok hikmetleri var.
- Ceneb-ı Hakkın rububiyetine bakar.
- İnsanın hayat-ı içtimaiyesine (sosyal hayatına) bakar
- Hem insanın şahsi hayatına bakar.
- Nefsin terbiyesine bakar.
- Hem niam-ı İlahiyenin (Allah’ın nimetlerinin) şükrüne bakar.
Ramazan orucunun Cenab-ı Hakk’ın rubûbiyetine bakması noktasından binler hikmetinden bir hikmeti şudur ki;
Dünya kurulduğu günden bu güne kadar Allah (c.c) yeryüzünü bir sofra-i nimet olarak yaratıp ve önümüze koyuyor. O sofrada tadât ile bitmeyen nimetlerini izhar edip bize sunuyor. Bir çekirdeği terbiye edip ağaca çevirerek meyvesini bize vermesi, terbiyesiyle can sahiplerinin yaratılması, sema âleminde bulutları terbiyesiyle, suları şakır şakır indirmesiyle rubûbiyet sıfatını her lahza bizlere gösteriyor. Şu var ki; insan gafletten müstağni olmadığından bilakis gafletle âlûde olduğundan, bu gaflet perdesi altında nimetlerin hakiki sahibini unutuyor. O nimetlerin Cenab-ı Hakk’tan olduğunu, emir ve yasaklarının da; insanın maddi ve manevi temizlenme ve rubûbiyyetine yaklaşmak için bir vesile olduğunu; Ramazan-ı Şerîf ihtar ediyor.
Zira imsak ile iftar arasındaki vakitlerde Rahmetinin ve Rezzakiyetinin tecellisi olan nimetlerden menedilmekle, bu nimetler benim değil, bana bu nimetleri veren bir Zat-ı Zülcelal var. O’nun yasağıyla; yemeden, içmeden, orucu bozacak her türlü hal ve hareketten çekildiğim gibi akşam olduğu zaman yine onun emriyle o nimetlerden istifade edebilirim fikri insanda hasıl olur. Müezzin Efendinin minarelerden “Allah’ın yasağı bitmiştir, buyurun” manasında “Allahuekber” emrini alan bir mü’min anlıyor ki; O’nun taht-ı emrinde bir askerim ve yine anlıyor ki emir verilmeseydi hiçbir şey yiyemeyecektim.
Efendimiz (a.s.m.) buyururyor: “Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk-ü amberdir.”
Ramazan’da bir insan; sararan rengiyle, dudaklarının çatlamasıyla, içindeki susuzluğu, güçsüzlüğü, muzdaripliği ve ağız kokusuyla Reyyan kapısından girmeye namzet olan bir kul derecesine yükseliyor.
Cenab-ı Hakk kulunu oruç vasıtasıyla hayvanî ve nebatî noktalardan melekûtî ahvale tayeran ettiriyor.
İnsan oruç vasıtasıyla Cenab-ı Hakk’ın Orduy-u Sübhanisi’nde bir nefer olduğunu hissediyor. İşte böyle bir orduda meleği geride bırakma sevdasında olmayan, melekûti oruç ibadetine iştirak etmeyen bir insan, insan ismine layık mıdır?
“Kim Ramazan’da özürsüz ve hasta olmaksızın bir oruç yerse, bütün sene boyunca oruç tutsa onu yerine getirmiş olmaz.”
Kasden, özürsüz ve niyet etmeksizin Ramazan orucunu tutmayan kişinin günahı o kadar büyüktür ki kefaret günahına karşılık gelmez. Onun cezası ancak ahrette verilir.
Oruç şükrün anahtarıdır. Ramazan da kâmil bir şükür sofrasıdır.
Tok olanadam nimetin kıymetini anlamıyor. Halbuki iftar vaktinde bir parça kuru ekmek, bir mü’min nazarında çok kıymettar birnimet-i İlahiye olduğuna kuvve-i zaikası (tat alma duygusu) şehadet eder.
Onbir ay hakiki nimet vereni fark edemeyen bir insan için Ramazan orucu Cenab-ı Hakk’ın nimetlerinin geldiği asıl menbasını ve mehazını bulmak için bir fırsattır. Çünkü bize yasağı veren ağaç değildir, inek değildir, toprak değildir. Biz madem “Orucu tutun” emriyle imsak ettik, yasağa girdik. Öyleyse bu yasakların sahibi olan ağacın da sahibidir, balığın da sahibidir, denizin de sahibidir, yani bütün nimetlerin sahibidir. İşte bunları gören insan, sebepleri bırakıp Cenab-ı Hakk’a müteveccih olur, şükrünü kâmil bir surette eda eder. Bu şükrün içine giren insan çok cihetle vazife-i insaniyesini yapar; artık o insan İnşallahürrahman sevap fabrikası olur. Öyleyse ramazan’da oruç tutmayan bir insan akşama kadar şükrolsun, şükrolsun dese bile maalesef şükrünü eda edemeyecektir.
Allah Rasulü (a.s.m) buyuruyur; “Her kim ki sevabını Allah’tan bilerek ve affedileceğini umarak Ramazan orucunu tutarsa Cenab-ı Hakk (c.c.) onun bütün günahlarını affeder.”
Ramazan diğer bir noktasıyla toplumsal hayata bakıyor. Zenginlerle fakirler aynı ibadeti yapıyor. Bu sayede zengin olan; hemcinsime şefkatli olman lazım diyerek, fakir olanın yardımına koşarak kendisine hayır ve hasenat kapılarını açıyor. Evet Ramazan öyle bir aydır ki toplumda birbirinden kopmuş, küsmüş, ürkmüş olan fertleri ortak bir ibadet şekliyle çok ceset tek ruh halinde muazzam bir manevi cemaat haline getirir.
Ramazan, insanın lisanını tilavet-i Kur’an’la zînetlendirir.
Kur’an-ı Kerim her vakit okunur ama bu ay başka, bu ay bambaşka. Çünkü Ramazan-ı Şerîf’te Allah’ın fazlından Kur’an-ı Kerim’in her bir harfine bire yüzler, bire binler, bire otuz binler artıyor sevaplar.
Kur’an’ı yeni inzal oluyormuş gibi mukabelelerde bulunmak, Cebrail (a.s) ve Efendimiz (s.a.v) arasındaki mükalemeyi işitmek tarzındaKur’an’ı okumak, Kur’an-ı Kerim okunurken dinlediği vakit;
- Resul-i Ekrem (a.s.m) nübüvvet kürsüsüne çıkıp nev’i beşere hitabenKur’an’ın ayetlerini tebliğ ederken, kıraatini kalben ve hayalen dinlemek için kulağını o zamana gönder. O mübarek ağzından çıkar gibi dinlemiş olursun.
- Veya Cebrail (a.s) Hz. Muhammed’e (a.s.m.)tebliğ ederken her iki Hazretin arasında yapılan tebliğ tebellüğ vaziyetini dinle gibi gibi ol.
- Veya kab-ı kavseyn makamında, yetmiş bin perde arkasında Mütekellim-i Ezelinin Resul-i Ekrem Aleyhiselatü Vesselama olan tekellümünü dinler gibi hayali bir vaziyete gir.
Zira her bir harfine binler sevaplar vardır ve binler cennet meyvesini getirir. Hatta Kadir gecesi gibi bin aya bedel bir geceyi barındıran öyle mübarek bir aydır ki sevaplar bire otuz bine kadar ziyadeleşir.
Bunun içindir ki; Ramazan Kur’an ayıdır, mağfiret ayıdır, bereket ayıdır.
Ramazan’ın bizim şahsi hayatımızı düzenleyen, disipline eden diğer bir noktası; nefis terbiyesini ve insani melekelerimizi geliştiren bir ibadeti barındırmasıdır. Evet oruç, hem maddi, hem de manevi hayatımızda istikamet vesilesidir.
Oruç ne büyük bir lütuf ve inayettir ki, Cenab-ı Hakk nefisini tanımayan biz insanlara (kullarına) oruç vasıtasıyla nefsin firavunluğunu terk ettiriyor. Terbiyeden geçmiş nefis keyfemâyeşâ hareketi bırakıyor. Oruç ile nefis; hür değilim, abdim, bir köleyim şuuruna eriyor. İşte Ramazan-ı Şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki; kendisine malik değil, memlüktür, hür değil abd’dır.
İşte nefis Ramazan-ı Şerîf’te bu hakikati anlıyor ve ben kul olduğumdan dolayı emir olunmazsa en adi bir hareketi dahi yapamam. Madem ki ben abdim, madem ki ben memlüküm o zaman elimi suya uzatamam, o suyu alıp da içemem, zira suyun maliki başkadır. Buram buram tüten ekmeği de ağzıma koyamam çünkü onun Maliki de odur, kulaklarıma haram dinletemem, ayağımı istediğim yere götüremem, çünkü kula kulluk yaraşır sırrınca ben ve benim istifade ettiğim bütün nimetler O’nundur. O’nun razı olduğu şekilde kullanmak da kulların vefasıdır.
“Fatıma’yı üzen beni üzmüş olur, Fatıma’yı sevindiren beni sevindirmiş olur” iltifatına mazhar, kıyamete kadar gelecek evliyaların , asfiyaların sebeb-i vücudu, cennetin aşık olduğu dört hanımdan biri olan Hazret-i Fatıma için Allah Rasulü (a.s.m) “Kızım Fatıma nefsini Allah’tan satın al, baban peygamber de olsa sana bir şey yapamaz.” (Buhari-Müslim) buyurarak nefis terbiyesinin ehemmiyetini bizlere öğretmiştir.
Bu kadar önemli olan nefis terbiyesi de Ramazan-ı Mübareğin savmı(orucu) ile kâmil manada tezahürünü buluyor. Çünkü kâmil bir oruç ile insan gözünü, kulağını, kalbini, hayalini, fikrini ve daha birçok cihazat-ı insaniyesini muhafaza eder.
Zira midesini yiyecek içeceklerden muhafaza ettiği gibi duygularını, hayalini, gözünü, kulağını ve bütün cihazatını muhafaza eder. Ramazanda oruç tutan, savmını bütün ecsam-ı cesediyle tutarsa nefsi emmaresi terbiye olmaya başlar. Mesela dilini yalandan, gıybetten, iftiradan, nahoş kelimelerden, Allah’ın haram kıldığı tegannilerden uzaklaştırıp, tilavet-i Kur’an ve tilavet-i zikir ile meşgul ettirmek, gözünü namahreme bakmaktan muhafaza ederek kâmil oruç tutmuş olur.
Hülasa oruç aç kalmak değildir.
Orucun şahsî, nefsî, toplumsal hayata bakan böyle nimetiyet cihetleri itibariyle mağfiret olunmadan bu aydan çıkanlara ne kadar yazıktır ki; Cibril’in, Ramazan’a ulaşıp da kendini affettirmeden çıkanın burnu yerde sürtünsün, kelamınaEfendimiz (a.s.m) “Amin” diyerek mukabelede bulunmuştur. İşte böyle manevi sırları içinde barındırdığından dolayı bir müminin hali Ramazan; kali Ramazan; tavrı Ramazan ve fikri de Ramazan olabilmelidir.
Ramazan-ı Mübarek aynı zamanda bir şehrâyindir, şenlik ayıdır.
Farz, vacip ve sünnet-i seniyyeye ittiba ile toplumsal hayat düzene girdiği gibi sünnet-i seniyye olan sahurun bereketi ile ailede neşe hâsıl olur. Gecesi bayram, gündüzü bayram olur Ramazan’ın. Öyle nurani, öyle ulvi hakikatlerle dolu olan bir aydır ki, Ramazan’a girmeden bir gün önce minarelerin mahyalarındaki ışıklarla şehir şenlenir. Erkeklerin kılınacak ilk teravihe koşmalarıyla camiler şenlenir. Cenab-ı Hakk’ın iftar vaktinde bir münadiyle buyurduğu “Yok mu af isteyen affedeyim. Yok, mu şükreden şükürlerini tezyid ile kabul edeyim” nidasına ve “Sahura kalkın, sahurda bereket vardır” Hadis-i şerifi’nin müjdesine mazhar olmak sırrı ile anne ve kızlarının iftar ve sahur hazırlıkları yapmalarıyla evler şenlenir ve Ramazan coşkusu doruklaşır.
Ramazanda bir alişan ederler.
O şehri-i sıyâmı zişan ederler.
Fukara gönlünü gülşen ederler
Mevlaya emanet olsun Erzurum.
(Alvarlı Efe Hazretleri)