اَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اَلّٰلهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَدَوَآءِهاَ وَعَافِيَةِ الْاَبْداَنِ وَشِفَآءِهاَ وَنُورِ الْاَبْصَارِ وَضِيَآءِهاَ وَعَلٰى اٰلِهِ وَصَحبِهِ وَسَلِّمْ
Salih amel dairesinde hayrat ve hasenat kazanmanın yolu olan 54 farzın evvelkisi “Hakk’ı bir bilip daima zikretmek”ten sonra “Helalinden libas giymek” öyle ehemmiyetli bir hususiyettir ki üzerimize terettüp eden farzlardan ikincisi olmuştur.
Salih amel dediğimiz zaman, bir ölçü geliyor aklımıza. Lügavî manaları olmakla beraber, bu konumuzda salih ameli bir ölçü olarak ele alacağız. Salih amel bir ölçüdür. Amellerimizin kabulü dahi, istenen ölçüde ve şekilde olmasına bağlıdır.
وَالْعَصْرِۙ ﴿١﴾ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَفٖي خُسْرٍۙ ﴿٢﴾اِلَّا الَّذِينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ
“Asr’a yemîn olsun! Şübhesiz ki insan, gerçekten hüsrandadır! Ancak îmân edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.”
Allah (c.c.) Asr Sûresi’nde, asr’a kasem ettikten sonra imanı ve peşinden salih ameli emrediyor. Zira salih amel, insana ölçüsüz bir hayat olunamayacağını bildiren bir lütf-u ihsandır.
Cesedimizin içinin ve dışının en güzel şekliyle donanımlı hale gelmesi bir ölçü ile olmuştur. Yaratılışımız bir ölçü ile bir mizan ile bir nizam ile olmuştur. Kudretin kader defterindeki çizgiler harika ölçüler ile bize sunulmuştur. Gözümüzün en güzel şekilde yerleştirilip kirpiklerle donatılması, göz kapaklarımızın gözü koruyucu bir halde emrimize musahhar edilmesi, saçlarımızın donatılması, kulaklarımızın yerleştirilmesi, kalbimizin, böbreklerimizin, ciğerlerimizin, damarlarımızın, vücudumuzun bütün organlarının en güzel en münasip şekilde ölçülü olarak bize sunulması ile tefekkür edebilen her insanda: “Ölçülü yaratan ölçülü bir hayat bekler” kanaati hâsıl olacaktır.
Demek ki biz, kudret-i İlâhiye’nin kader defterindeki çizgiler ile harika ve mükemmel bir şekilde yaratılmışız. Kâinat kitabındaki bir ağaca nazar edelim. Boyu, dalları, meyveleri, çiçekleri her birisi ancak ölçülü olarak güzelleşmiştir. Semavat âlemine bakalım, yağmur ölçülü indiği için hiçbir zarar vermeden başımızı yed-i rahmetiyle okşamaktadır. Ayağımızın altındaki çiçeklere, çimenlere, dağlara ve üzerindeki rengârenk çiçeklere bakalım. Hayvanat âlemine bakalım. Her vakit soframıza konan Cenâb-ı Hakk’ın nimet-i İlâhiyelerine bakalım. Kucağımızdaki evlatlarımıza, eşlerimizle olan münasebetlerimize, anne babayla olan diyaloglarımıza bakalım. Her şeyde bir ölçü mevcuttur.
Oradan kıyafetlerimize bakalım. Giydiğimiz kıyafeti şer’i şartlara uydurduğumuz müddetçe ölçülü bir halde uygun bir şekil verilmiş ve en güzel hale girmiş demektir. Giyindiğimiz zaman bir ölçüyle, düzenle, nizamla ve bir terettüple giyindiğimize dikkat edelim. “Ben ölçüsüzüm, ben hürüm, ben istediğimi istediğim gibi yaparım, giyinirim” deyip de eteklerimizi boğazımıza veyahut üst kıyafet olan bluzlarımızı, kazaklarımızı ayaklarımıza geçirirsek; bu durum pejmürdelikten öteye bir akıl tutulması olarak nitelenir. Ve ceza olarak da toplumun sert mesajları ile ihtar edilip “Aklını başına al!” denilir.
Demek ki varlık âlemindeki her şeyde bir ölçü, bir nizam ve bir intizam terettüp etmektedir.
Evet, hayatımızı hayat yapan da imandan sonra salih ameldir. Namazda ölçü, oruçta ölçü, zekâtta ölçü, hacda ölçü… Yani Allah’ın emrettiği bütün farzlarda bir ölçü vardır. Orucun ölçüsü; imsak ile gurub vaktidir. Kişi arada bozarsa ölçüsüz davrandığından dolayı ceza olarak keffaret terettüp eder. Namazın da bir ölçüsü vardır ki; iki vakit ortasında kılınmalıdır. O vakti aşırır da kişi kılmazsa, artık namazın ölçüsü kaçırıldığından dolayı edânın asla yerini tutmayacak olan kazaya geçilmiş olur. Zira Hakk’ın dediği ölçünün dışına çıkmıştır. Haccın ölçüsü ise; hac aylarının dışında kişi istediği kadar gidip Arafat’ta dursun, bu duruş ile günahlarını temizleyemez. Zira ölçü zamanı Arefe günüdür.
Farzların tamamlayıcısı olan vaciplerde, vaciplerin tamamlayıcısı olan sünnetlerde de bir ölçü vardır. Eğer bu ölçüye dikkat edilmezse insan bîedeb durumuna düşer. Demek ki İslam’da ölçü o kadar önemlidir ki; insanların bîedeb duruma düşmemesi için her mü’minin, her Müslüman’ın, “Ben Allah’ı seviyorum” diyen her kulun uyması gereken bir donanımdır.
Elhasıl; Hayat ölçü ile kazanılır, hayat ölçü ile yaşanılır.
54 farzın ikincisi olan helalinden libas giyinmede de bir ölçü vardır. Yani Müslüman’ın giyiminde bir ölçü olacaktır. Ölçüsüz kabul görmüyor.
Zira tesettür insanlara farzdır. Allah (c.c) insandan başka zîruh mâhlûkatına fıtrî birer libas giydirmiştir. Kuşlar, tavuklar diğer bütün hayvanlık âlemi hangisine bakarsanız bakın; hepsinin kendine münasip fıtrî birer libasları vardır. Allah (c.c) dileseydi bu dünyada da bize onlarınkinden çok daha güzel bir libas giydirebilirdi. Ama Cenâb-ı Hakk örtüyü, Hâkim-i mutlak olmak muktezasıyla sadece soğuk ve sıcaktan muhafaza olunmak için bizlere emretmemiştir.
“Dünyada sun’i libasın hikmeti, yalnız soğuk ve sıcaktan muhafaza ve zinet ve setr-i avrete münhasır değildir. Belki mühim bir hikmeti, insanın sair nevilerdeki tasarruf ve münasebetine ve kumandanlığına işaret eden bir fihriste ve bir liste hükmündedir. Yoksa kolay ve ucuz, fıtrî bir libas giydirebilirdi. Çünki bu hikmet olmazsa; muhtelif paçavraları vücuduna sarıp giyen insan, şuurlu hayvanatın nazarında ve onlara nisbeten bir maskara olur, manen onları güldürür.”[1]
Onun için Allah bu dünyada bizlere fıtrî bir libas giydirmemiş ama helalinden giymeyi emretmiştir. Kıyafet helalinden istenirse acaba insanın hayatı nasıl istenmez ki? Bu açıdan insan, Allah (c.c)’ın antika bir sanat-ı İlâhîyesidir. Ve insan Esma-i Hüsna’nın tecellilerinin nakışlarıyla değer kazanıyor. Allah’ın insana verdiği bu değer, bu hikmet ahkâm-ı İlâhiye ile gelişir, değişir. Allah’ın emirleriyle değişir. Allah’ın nehiylerinden kaçınmakla gelişir. Ve o insanın değeri artar. İnsanı değerli hale getiren kendisindeki sanat-ı İlahiye ve mektûbât-ı Rabbaniyeye manay-ı harfiyle bakıp, baktırmaktır. Bunu yapmadığı zaman tabir-i aherle kendi şahsına bakıp baktırdığı zaman insan, küfran-ı nimet içine girer Allah muhafaza.
İşte böyle bir insana mana-i harfiyle bakıldığı zaman -tesettür ile insanların hayvandan ayırt edilmesi hikmetiyle- insan fıtraten muhtaç yaratılmış olduğundan dolayı her şey insanların hizmetine verilmiştir. Varlığın insanın hizmetine verilmesi sebebi ile de Allah’a itaat etme nispetinde insan, arzda halife olarak ahsen-i takvime çıkıyor.
Demek insan-ı mü’minin kıymeti, ihtiva ettiği, üstlendiği sanat-ı İlâhiye ve Esma-i Hüsna’dan in’ikas eden cilveler ve nakışlar nispetindedir. Ayna ne kadar temizse Allah (c.c.)’ın Esma-i İlâhiyesi’nin cilvelerini o derece temiz olarak aksettirir. İşte tesettür, o aynaların kirlenmemesi için şarttır. Bu, insan-ı mü’min içindir. Ama insan-ı kâfirin kıymeti ise, et ve kemikten ibarettir. Yani zâhirîdir, suretidir, sîreti yoktur onun. Ve tabi ki et ve kemikten ibaret olan o kâfirin kıymeti, fâni, sâkıt maddesinin değeriyle ölçülür.
Kadına mana-i harfiyle bakılmayıp mana-i ismiyle bakıldığı zaman, onu nefislerine göre giydirerek veya nefislerine göre giydirmeye zorlayarak maalesef ve maatteessüf iki cihanı perişan olan kadınlık âlemini vücuda getirmişlerdir.
Demek her kadın da kendine mana-i harfiyle bakarsa şayet, Allah’ın kitab-ı kâinatında iştigal ettiği paragraf veya sayfada bir harf mesabesinde olup, harf kendini göstermeyip başkasını gösterdiğinden onun da Allah’ın Esma-i Hüsnası’nı göstermesi lazım geldiğini bildiği zaman o kadın, tesettür yapmada veya tesettür muhabbetinde zorlanmaz. Libas helal olacak ki namaz kabul olsun. Libas helal olacak ki ibadetler de makbul olsun.
Kadından tesettürü kaldırıldığı zaman dünya menfaat ve lezzetini almak için bir meta olarak kullanılır. Ve gerek kadınlarda gerekse kadınlara isim ve zat itibariyle bakanlarda dünya menfaat ve lezzetleri ve nefsanî his ve duygular gelişir. Onun için Allah (c.c) o gün tesettürü olmayan ama cahiliye ve ondan önceki dönemlerden kalan belli bir tesettür şeklini kademeli olarak kaldırarak bütün Müslümanlara aslî bir tesettür farz kılmıştır.
Henüz hicab âyeti yokken Medine’de tesettüre dair nazil olan ilk Âyet-i Kerîme;
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِنٖينَ يُدْنٖينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَابٖيبِهِنَّؕ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا
يُؤْذَيْنَؕ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَحٖيماً “Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, (başlarını ve yüzlerini kapatacak şekilde) dış örtülerinden (çarşaflarından bir kısmıyla) üzerlerini örtsünler! Bu, onların (iffetli olarak) tanınıp da rahatsız edilmemeleri için daha yakındır (daha elverişlidir). Allah ise, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir.”[2]
Ey peygamber! Eşlerine ve kızlarına ve mü’min kadınlara söyle! Cilbablarını üzerlerine alsınlar. Bakın o gün ki kadın çıplak değildi, yani ev kıyafetlerinin üzerine sokağa çıkarken cilbab denen kıyafetlerini alsınlar; çarşaf, ferace gibi ki Nurlar’da çarşaf olarak geçer. Tanınmamaları, eziyet olunmamaları için bu en güzelidir. Bu âyet-i kerîme doğrudan doğruya kadına tesettürü emrediyor. Emir Allah’tan geliyor. Evlatlarımıza “İstediğin zaman örtün” diyemeyiz; zira emir Allah’ın. “Ben istediğim gibi istediğim zaman örtünürüm” de diyemeyiz, bu emir Allah’ın.
Medeniyet-i sefihe ise Kur’an’ın bu hükmüne karşı muhalefet ederek inkılâplarla, kılık kıyafet devrimleriyle tesettürü kaldırılıyor. Tesettürü fıtrî görmüyor, bir esarettir diyor.
“Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan Lâyiha-i Temyizin müdafaatından bir parça: Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikatlı bir düstûr-u İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfından geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidâen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.”[3]
Demek ki tesettür fıtrîdir. Kadınlar da erkekler de ahlâken ancak tesettür ve İslamî ölçüyle korunabilirler. Kadınlık âlemi emredilen bu tesettürü terk ettiği zaman hayatının gaye ve hikmetini kaybeder. Nefsine de yenik düşerek Allah’ın verdiği bedeni güzelliği teşhir ederek, teşhir hastalığına tutulur. Aldanır ve aldatır o zaman. Kadındaki tesettüre, “esaret” diyen bir insan akıl tutulmasına müptela olmuş demektir.
İslamî toplumların çöküşü, aile hayatlarının yıkılışı, karı koca arasındaki güvensizlik ve sadakatsizlikler kadınlardaki tesettürsüzlükten kaynaklanmaktadır. Çünkü kadınlık âlemindeki tesettürsüzlük, ahlâkın çöküşüne o da aile hayatında erezyonlara ve sonuçta yıkıma götürür. Aileler, fertler manevi facialar ile yok olurlar. Çünkü fıtrat kanunlarını yok edenler, fıtrî olarak yok olmaya mahkûmdurlar.
Günübirlik bakmayın hadiselere. Kılık kıyafet inkılâbından sonra geldiğimiz bu noktaya bakın isterseniz. Yani kadınların tesettürünü fıtrî görmeyip “esaret” diyenlerin, kadınların hürriyetinin, özgürlüğünün tesettürsüzlük olacağı altındaki sinsi oyunlarla yapılan psikolojik savaş, aslında şehvet adına yapılan gizli bir şehevanî savaştır.
Tüketim ekonomisinin parasız pazarlamacıları haline getirilmiştir kadınlık âlemi.
Bugün durmadan önümüze konulan bir mes’ele var; tecavüzler. Tesettüre savaş açan o mütehakkimler, büyük bir faciaya kapı açtı. Aile efradı arasındaki nesebî ve manevî bağlardaki hürmet, saygı, sevgi, şefkat gibi hislerin ve ahlakî değerlerin meydana gelmesinde tesettürün rolü çok büyük olduğu bilinen bir gerçektir. Fakat tesettürsüzlük ile bu bağlar yok olma derecesine kadar getirildi. Çünkü müptezel ailelerde bu fıtrî bağlar gelişemez. Demek tesettür o derece önemli bir mes’eledir ki kadınları, erkekleri, aileleri ve çocuklarımızı koruyan Rahmanî ve Rabbanî bir emirdir. Biz Müslüman nesil olarak, inanmış insanlar olarak salih amel dairesinde tesettürümüzü yapıp evlatlarımıza da gereği gibi tesettür yaptırmak ve sevdirmekle mükellefiz.
Demek tesettür fıtrîdir. Kadınların ahlakının mükemmel kalması, evlatlarımızın güvende olması, ailelerin dağılmaması, sadakatlerin bozulmaması için tesettür şarttır. Onun için Allah (c.c) bizlere emrediyor: “Söyle hanımlarına, kızlarına ve mü’min kadınlara örtünsünler.”
İkinci olarak tesettüre dair şu âyet-i kerîme nazil olmuştur:
وَاِذَا سَاَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعاً فَسْـَٔلُوهُنَّ مِنْ وَرَٓاءِ حِجَابٍؕ ذٰلِكُمْ اَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّؕ “Hem onlardan (Peygamberin zevcelerinden) bir şey istediğiniz zaman, artık kendilerinden bir perde arkasından isteyin! Bu, hem sizin kalpleriniz için, hem de onların kalpleri için daha temizdir.”[4]
Bu âyet-i kerîmeyle de bugün herkesin çok korkunç görüp “haremlik selamlık mı? Hangi zamanda yaşıyorsunuz?” dediği, haremlik selamlığı Kur’an bizlere emretmiş oluyor. Ve zaten diyor: ذٰلِكُمْ اَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّؕ “Bu, hem sizin kalpleriniz için, hem de onların kalpleri için daha temizdir.” Yani şeytanî hatıralardan, hayallerden, kaçak nefsanî hırsızlıklardan aileleri korur.
Müslüman erkek ve kadınlar olarak bizlere düşen, tesettürde kusurlarımız olsa da şer’i olan tesettürü sevip sevdirmektir. Medeniyet ve modernimiz diye bizlere sunulan Avrupaî hayat alışkanlıkları ve sevgisinden dolayı tesettürü hafife alan bir tarzda giyinme, kuşanma, anlayış, fiil, kavil, hareket yapanları desteklememeliyiz. Zira mes’ul oluruz. Kusurumuz olabilir ama yeter ki farziyyetini bilelim ve mümkünse kademe kademe o farziyyete doğru yaklaşalım. Ve kusurlarımıza karşı da istiğfar ederek, noksanlarımızı gidermek için Allah’tan “muavenet et!” diyerek, O’nun kapısında O’na karşı yapmış olduğumuz günahlara karşı kabulümüzü istiğfarla O’ndan isteyelim.
Evet, Allah tesettürü emretti sonra irha-i hicab ayeti nazil oldu; Bir şey mi istiyorlar? Kapınıza postacı mı geldi? Kapınızı sonuna kadar açmayın diyor. Kapıyı tıkırdatın “Buyurun!” deyin. Siz görünmeden, sesinizi tezyin etmeden ihtiyacınızı konuşarak giderin.
Ey kadınlık âlemi! Çok değerlisiniz. Allah hakkınızda Nisa Sûresi’ni indirmiş çünkü. Sanat eserini, eseri yapan bilir. Güzel bir sanat eseri olan kadınlık âlemini Allah (c.c) koruması altına almış. Onun için her nerde olursanız olun, unutmayın! Siz kadınsınız. Bugün toplumda bu kadar pimi çekilmiş bombaların daima patlayıp, onun bunun ırzına geçmelerinin altında tesettürsüzlük yatıyor. Nasıl ki pimi çekilen bir bomba pimi çekeni ve etrafındakileri mahveder parçalar, bugün toplumda da daimi olarak uyandırılan nefisleri ile pimi çekilen bir bomba haline gelmiş olan ricaller de kendilerine, topluma ve karşı cinslere çok zarar veriyorlar. Evet, tesettür fıtrîdir, esaret değildir ve hürriyettir.
Tesettüre dair üçüncü bir âyet-i kerîme daha var. Cenâb-ı Hakk buyuruyor:
وَقَرْنَ فٖي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُولٰى “Hem evlerinizde (vakarınızla) oturun ve evvelki câhiliye devri (kadınlarının) açılıp saçılması gibi, ziynetlerinizi izhâr etmeyin.”[5]
Bu âyet-i kerîmede de Allah (c.c) buyuruyor, şer’i bir zaruriyeti yok ise hanenizden çıkmamaya gayret edin, evinizde oturun, karar kılın. Cahiliyet-i ulâdaki insanlar gibi olmayın. Bugün demek ki biz geriye döndürülmüşüz. Kur’an-ı Kerîm: الْجَاهِلِيَّةِ الْاُولٰى gibi olmayın diyor. Namazınızı kılın, zekâtınızı verin. Yani Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Çünkü Allah sizi temizlemek istiyor. Bu ayet-i kerime ehl-i beyt hakkında olmakla beraber, bize de farz oluyor. Kadının fıtratı tesettür istiyor. Çünkü zayıflık, naziklik, salih olmak kadının ruh planına yerleştirilmiş. Yabancı erkeklere karşı fıtraten korkaktır, bu korku tesettürü gerektiriyor.
Cenâb-ı Hakk erkeklerin kalbini, taife-i nisayı tesettüre sokma duygusuyla, kadınlık âlemine de tesettüre kâmil derecede girme duygusunu nakşederek akıllarıyla beraber kalp ve vicdanlarını açsın. O güzelim tesettür âyetini yaşamayı; kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla beraber bütün ailelere nasip eylesin.
Bir kadının tesettürü tepeden tırnağa kadar örtünmesiyle mümkündür. Tâ ki hür olmayan kadınlardan ayırt edilsin. Örtülerimiz de ne kibre götüren bir şekilde olmalı ne de kirli, mebzûl bir durum arz etmeli. Temiz olacak fakat kibirli ve lüks olmayacak. Tesettürde hukukullah vardır, Allah emretmiş. Tesettürde hukuk-u ibad vardır. Demek tesettürsüzlükte kulların hakkına da tecavüz vardır. Az bir mes’ele değil aslına bakılırsa.
Sünnete münasip kıyafet giyinme şekli:
· Elbiseyi sağ taraftan giyinip soldan çıkarmak.
· Kıyafet giyinildiği zaman şu duayı okumak; اَلْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِى كَسَانِ هَذَا وَرَزَقَنِيهِ مِنْ غَيْرِ حَوْلٍ مِنِّي وَلَاقُوَّةٍ “Şu elbiseyi bana giydiren ve onu bana nasip eden Allah’a hamd olsun.” Allah, bu duayı okuyanın geçmiş ve gelecek günahlarını affeder. Sonra da; “Allah’ım bana takva libasını, iman ve hayâ ve edep elbiselerini giydir” diye dua etmek.
· Yeni bir kıyafeti mü’minin bayramı olan cuma günü giyinmek.
· Başka birisinde yeni bir kıyafet (şer’i olmak şartı ile) görüldüğü vakit اِلْبِسْ جَدِيدًا وَعِشْ حَمِيدًا وَمُتْ شَهِيدًا “Yeni elbise giyesin, hamd ederek yaşayasın ve şehit olarak ölesin.” ve تُبْلِي وَيُخْلِفُ اللَّهُ تَعَالَى “Onu üzerinde eskitesin ve Allah Teâlâ ondan daha hayırlısını sana versin.”diye dua etmek.
· Kıyafetini giyinirken önce üst taraftan başlamak.
· Alt çamaşırını oturarak giyinmek. Hazreti Âli (r.a) şöyle buyurmuştur: “Bugün ben alt çamaşırımı ayakta giydim şu musibet başıma geldi.”
Şir’at-ül İslam’da şöyle bir hadise anlatılır: Âlim bir zatın komşusunun evine hırsız girer, âlim şöyle der: “Ben bu gece alt çamaşırımı ayakta giydim. Komşumun evine hırsız girmesinde benim yaptığım kusur da olduğundan dolayı o komşumun maddi zararını benim ödemem lazım.” Onlar da Müslüman biz de Müslüman, buyurun.
· Kadınlardaki tesettür; ince, dar, süslü ve kısa olmamalıdır. Fena düşünce ve namahremlerin pis düşünce ve nazarlarına ayinedarlık etmemesi için.
· Giyinilen kıyafetler helalinden olmalıdır. Zira çok küçük bir haram olursa onunla yapılan ibadet kabul olmaz.
Biraz düşünmemiz lazım, ne oldu bize? Ama biz toparlanacağız zira bu din bizim dinimiz. Biz bu dini ihya için çalışacağız.
Rabbim akıl, vicdan ve kalp gözlerimizi açsın. Hakk’a dayanmayan bütün alışkanlıklarımızdan kolayca kurtulabilmemizi nasip eylesin. Cenâb-ı Hakk (c.c) bizlerden almak istemiş olduğu nefsimizi ve mallarımızı rızalığı için O’na, O’nun istediği şekilde kullanarak satabilme duygularımızı nasip eylesin ve geliştirsin. Cenâb-ı Hakk bizlere iman-ı kâmil, amel-i salih nasip eylesin. Kalplerimizdeki İslam’ı yaşama korkusunu gidererek, İslam’ı yaşama duygumuzu geliştirsin. “Beş şey gelmeden beş şeyin kıymetini bilin” sırrıyla, ölüm gelmeden hayatın kıymetini bilerek, şu hayatımızı Melek-ül mevt gelmeden, hem amel-i salih ile hem de tövbe istiğfarlarla günahlarımızın affına çalışarak, salih amelleri tezyin ederek geçirebilmemizi nasib eylesin.
Dost istersen Allah yeter.
Nasihat istersen ölüm yeter.
Yârân istersen Kur’an yeter.
Ya Rabb! Kusurlarımızı affet. Bizi kendine kul kabul et. Melek-ül mevtin gelip emrin doğrultusunda alacak olmuş olduğu ruhumuzu, salih amellilerin yanına gidecek şekilde almasını nasip eyle. Ve bizi tahkik-i iman ile yaşatarak tahkik-i iman ile öldürerek tahkik-i iman ile haşr olan o salih kullarının zümresinde haşr eyle. Derslerimizin tesirini, cazibesini ve salih amelin artmasını nasip eyleyerek, gençlerimizin de hayatlarına bu şekilde yön verecek olan kuvalarını ve duygularını geliştir. Annelerin ve babaların akıl, vicdan, kalp gözlerini aç. Bugüne kadar bozdurulan bizleri, tesettürlerimize sahip olarak, imanlarımıza sahip olarak, evlad-ı iyâlimize sahip olarak; “Medeniyet, taife-i nisayı sokağa dökmüş, şer’i İslam onları rahmeten davet eder eski yuvalarına” sırrıyla, aslî, eski, eskimez olan o küçük Cennetlerine dönüşlerini kolaylaştır. Kadınların kalbine tesettür-ü kâmile sevgisi ve sevdası, gençlerin kalbine tesettür-ü kâmile sevdası ve sevgisini ver. Erkeklerin, kalplerine de akıllarına da vicdanlarına da hayatlarına da evlad-ı iyallerini ve ailelerini ve etraflarını tesettüre davet ve bu tesettüre davette başarılar nasip eyle.
Âmin, âmin…
[1] Mektubat
[2] Ahzâb / 59
[3] Lem’alar
[4] Ahzâb / 53
[5] Ahzâb / 33