اَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَكٖيلٌ ﴿٦٢﴾ لَهُ مَقَالٖيدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ﴿٦۳﴾ فَسُبْحَانَ الَّذٖي بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُون﴿٨٣﴾ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ ﴿٢١﴾ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاؕ اِنَّ رَبّٖي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ ﴿﴾٦٥
“Allah her şeyin yaratıcısıdır ve her şeyi koruyup yöneten de O’dur. Göklerin ve yerin anahtarları O’ndadır.” [1] “Her şeyin hükümranlığı kendi elinde olan Allah bütün eksikliklerden uzaktır ve hepiniz sonunda O’na döndürüleceksiniz.” [2] “Her şeyin hazineleri sadece bizim katımızdadır ve biz oradan indirdiğimizi belirli bir ölçüye göre indiririz.”[3] “Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.”[4]
Cenabı Hakk (c.c) وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.”[5] Buyurarak insanların ve cinlerin yaratılış gayesinin, Allah’a kulluk olduğunu beyan ediyor. Varlık âlemine göz, akıl ve vicdanımızı beraber baktırabilirsek hiçbir şeyin başıboş olmadığını, her şeyin bir gayat-ül gayaya müteveccih yaratılıp o gayeye doğru götürüldüğünü görürüz. Kâinatı zerrelerden şemse kadar incelediğimiz zaman, küçüğünden büyüğüne bütün âlemler Allah’ın (c.c) mührü Rabbanisini taşıyıp, o mührün sahibini bizlere tanıttırır.
İman, Şems-i ezelînin bizlere ilkâa eylemiş olduğu ve ruhumuzu nurlandıran bir hakikat-i âliyedir. İmanın aslı, esası, kökü Cenabı Hakk’ı tanımaktır. İman, Allah’ı bir bilmek, Allah’ın malında, mülkünde hırsızlık yapmamaktır. Sebeplere Allah’ın malını, mülkünü dağıtarak cüretkâr olmamaktır. Allah’ı sevmesi ve bilmesi gerektiği gibi sevip bilmek, korkması gerektiği gibi de azamet-i kibriyasından korkmaktır.
Tevhid iki kısımdır. Yani “İki kısım iman vardır. Bir çarşıya, bir şehre bir zatın mütenevvi malları gelse, iki çeşitle onun malı olduğunu biliriz. Biri icmalidir, amiyanedir. O malların çokluğundan dolayı; “Başka hiçbir kimsenin haddi değil ki bu mallara sahip olabilsin” der. Ve böylelikle kâinattaki Mâlik-ül mülke inanır. Fakat amiyane, basitâne olan bu tevhidde çok hırsızlıklar olabilir. Sebeplere takılır, Müsebbib-ül esbabı göremez, sebepleri Allah’ın yerine koyar ki bu, Allah’ın mülkünü gasıbane bir şekilde kullanmak veya kullandırmaktır.
İkinci bir iman daha var ki; hangi eşyaya baksa o eşyanın üzerinde Allah’ın mührünü, hâtemini görür. Ve oradaki turradan hangi matbaadan çıktığını, oradaki mühürden matbaanın sahibini gördüğünden dolayı; onun cümlesi her zaman لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ tır. Demek ki tevhidi âmî ve zahirî tevhid; “Cenâb-ı Hakk birdir, şeriki yoktur, kâinat O’nundur” der. Fakat o tevhidde hırsızlık çok olur. İkincisi ise; hakiki bir tevhiddir ki, her şey üstünde Allah’ın sikkesini, mührünü gördüğünden dolayı her şey “Allah’ın birliğine delalet eder” der, pencerelerden bakar.
Tevhid meselesine üç noktadan değinilebilir:
Birinci olarak: Her insanın en ehemmiyetli, halâvetli ve lezzetli en yüksek bir vazife-i kudsiyesi tevhidi yakalamaktır.
İkinci olarak: O iman veya diğer tabirle tevhid, bir fariza-i fitrîyedir. Üzerimize fıtrî bir farzdır.
Üçüncü olarak: Tevhid bir ibadet-i imaniye yani imanî bir ibadettir.
Tevhid-i hakiki öyle bir iz’an, anlayış ve kabuldür ki; istisnasız her bir şeyde Rabbini bulabilir; Cenâb-ı Hakk’ın (c.c) huzurunda olmaya hiçbir şey mâni değildir.
Tevhidi açık bir şekilde ispat eden hakikatler şunlardır:
1. Allah’ın (c.c) kendini tanıttırdığı şekilde azamet-i Kibriya sahibi olmasıdır. Arz ve semadaki bütün ayetlerde açık deliller ile kendi havl ve kuvvetini göstermesidir.
2. Kâinattın her gün değişen sahnelerinde, sayfalarında ve tasarruflarında ef’al-i Rabbaniye’nin ihatasını ve nihayetsiz bir şekilde zuhurunu görüyoruz. Aynalar teceddüt ettikçe, yenilendikçe Allah (c.c)’ın ef’al-i Rabbaniyesi de yenileniyor.
3. Cenabı Hakk, kan ve fışkı gibi mülevves şeyler içinden âb-ı hayat gıdaları yaratıp canlılara sunarak ef’al-i Rabbaniyesinin azametini gösteriyor.
Cenabı Hakk (c.c)’ın icad fiili ile nebatatlar ve hayvanatlar, büyük bir imtiyaz ile yaratılıyor. Bütün mevcudattaki intizam ve mükemmellik bizlere tevhidi gösteriyor. Kâinattaki her şey sanat-ı harika olmakla beraber gayet ucuzdur. Eğer ucuz olmasaydı biz tek bir narı bile yiyemezdik. Bu sanatlar görenlere rengiyle, şekliyle, kokusuyla adeta “Cenabı Hakk’ın bir mektubuyum, bir harfiyim beni de oku!” diye davetiyeci oluyor. Kâinatın erkânında, eczasında, mükemmel bir intizamın bulunması Allah (c.c)’ın bir olduğunu bizlere beyan ediyor.
Allah Resulü (s.av) de buyuruyor: جَدِّدُوا إِيمَانَكُمْ بِقَوْلِ لَا إِلٰهَ إِلَّا الله İmanınızı ‘Lâ ilâhe illallah’ sözü ile tecdit ediniz ve yenileyiniz.” [6] Sadece sözlü değil tefekkür ve tefeyyüz etmekle de imanınızı yenileyin.
Bundan dolayı da üzerimize terettüp eden farzlardan birisi “Allah’ı bir bilip daim zikretmektir” Yani “Ol!” emrine muhatap olan, şu mevcudat-ı seyyalenin hey’etiyle, hayatıyla, gidişatıyla, tavırlarıyla, tahavvülatlarıyla yaratıldığı andan itibaren Allah (c.c)’ın varlığına, ehadiyetine şahid olmak için yaratıldığı çok bedihîdir. Zira her gidenin yerine yenisi, aynen veya mislen yaratılıyor. Varlık âleminde boy gösteren her şey; zevaliyle yani ölümüyle Cenabı Hakk’ın ezeliyetine, sermediyetine delalet ediyor geliyor, bir kulvara giriyor ve ondan sonra zeval âlemindeki yerini alıyor.
Allah (c.c) vacib-ül vücuddur. Yani varlığı zatındandır. Ezelîdir, ebedîdir. Fakat kâinattaki her şey, ise mümkün-il vücuddur. Yani olup olmamakta müsavidir. Mahlûkatın “ol!” emrine muhatap olup varlık âleminde boy göstermesi; tercih edeni, icad edeni gösterir. Kişi, hayatının her safhasında “İman eden üstündür” sırrıyla o Vacib-ül Vücud’un kendini var ettiğini kudretinin, rahmetinin, esmasının tecellilerine ayinedar yaptığını görmek ve göstermek zorundadır. Mümin budur. İslam’ın da aslı ve esası budur. Kişi eline bir iplik alsa ipliğe tercihine göre şekil verir. Nakış yapmak için iğneye bir iplik takılsa renkleri değiştire değiştire güzel nakışlar çizilip işlenerek bir sanat eseri meydana gelir. O sanat eserini yapan insan olduğundan dolayı o eser bütün nakışları ile o insanı gösterir.
Şimdi biz bize bakıyoruz. Muntazam bir yol takibi ile belirli bir şekle girmişiz. Cenâb-ı Hakk’ın insan yaratmayı murad etmesi; Âdem (a.s)’ı balçıktan yaratması, Âdem (a.s)’ın sülbünden aktarıla aktarıla bizlerin varlık âlemine getirilmesi; rahm-ı maderde bir tahsis ve tercih edici olarak nutfenin ve spermlerin içinden bizi seçmesi; Rabbimizin bizi tercih ettiğini, O’nun katında bizim özel olduğumuzu ve bizim Mûcidimizin O olduğunu bizlere ispat edip gösteriyor. Elimiz, gözümüz çok farklı olup farklı yerlerde olabilirdi. Ciğerimiz, böbreğimiz, kalbimiz, aklımız, rengimiz, karmakarışık bir düzen içinde olabilirdi. Ama Allah (c.c) bizi; tavırdan tavıra, nutfeden alakaya, alakadan bir çiğnemlik ete, bir çiğnemlik etten insan şekline getirdiği zaman “Allah beni böyle tercih etti.”diyerek biz O tercih ediciyi gösteriyoruz.“
Arzımıza göz gezdirdiğimiz zaman görüyoruz ki, Daima tazelenen ve tazelenmekte her daim başka şekilleri başka renkleri gösteren bir mevcudat var. Bu mevcudat bize gösteriyor ki; o sanatlar, o nakışlar, o renkler, o tahavvüller, o taharrikler bir perde gibi daima tazelenerek O’nun sanatını, hatemini ve sikkesini bizlere gösteriyor. Bir eserde kemal varsa o eser sahibinin isminin kemalini anlatır. Ondan fiilin kemaline gider. Ondan sıfatın kemaline, sıfatın kemalinden zatının şe’n ve kemali anlaşılır. Bir kasır veya bir köşk elbette ki o sarayın ve köşkün nakışları ve tezyinatları arkasında usta bir fiili gösterir. Usta fiil de failini bizlere gösterir.
Cenabı Hakk şu kusursuz olan kâinatta insanaفَارْجِعِ الْبَصَرَۙ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ “Gözünü istediğin tarafa çevir bakalım bir kusur görebilecek misin?”[7] diye buyuruyor.
Demek ki marifetullah, kâinattaki eserlerden Cenabı Hakk’ın bir olduğunu, esma ve sıfatlarını ve insanın yaratılış gaye ve hikmetlerini Kuran’ın dersi ile veyahut da onu ders veren hikmet ehlinin dersleriyle öğrenerek, âlemde tecelli eden bütün varlık üzerinde onun mührünü görerek gafletten uzaklaşmaktır.
Allah (c.c) ’ı bilmek İlahî hakikatlere vukufiyettir. Her işte Allah rızasına uygun hareket tarzını yerleştirmektir Daima Müheymin ve Murakıb olan Allah’ın dediği gibi yaşamaktır. Mesela farzları bilip farz işlemek, sünnetleri bilip sünnet işlemek gibi. Marifetullahın şahitlerini Bediüzzaman Hazretleri üç olarak arzediyor. Birincisi su gibidir. Kâinat kitabına bakılarak görülür İkincisi; hava gibidir ki Allah’ın varlığı vicdanla hissedilir Üçüncüsü de nur gibidir. Bu da Kuran-ı Kerim’dir.
“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan ‘irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye’ her birinin bir gayetü’l gayâtı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, muhabbetullahtır. Lâtifenin, müşahadetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü’l-gayâta sevk eder.”[8] Bediüzzaman Hazretleri’nin yukarıda belirttiği üzere vicdanı uyandırmanın dört unsuru vardır. Çünkü vicdan hüşyar olduğu zaman kalp de hüşyar olur.
Vicdan, iyi ile kötüyü tefrik eden, iyilik ettiği zaman lezzet alan, kötülüklerden elem ve ızdırap duyan bir duygudur. Allah’ı bilme, Allah’ı tanıma, Allah’ın kurbiyyetini kazanmada bu dört madde çok önemlidir.
1. İradenin kuvvetlenmesi için Allah’a kulluk şartı vardır. Kişi imanını tevhid-i hakikiye çevirirken amelini de ihlâs ve sadakat ile ilerletirse iradesi kuvvetlenmeye başlar. Çelik gibi iradelere sahip olmak, verdiği sözlerde durmak ve hayatın lezzetini tam almanın yolu ibadetullahtan geçiyor. Allah (c.c)’ın emirlerini ve Efendimiz (a.s.m)’in sünneti-seniyyesini yaşamak, iradeyi güçlendirerek insanı rüzgârın önünde bir yaprak gibi sağa sola savrulmaktan muhafaza ediyor.
Demek bizim toplumsal hastalıklarımızdan birisi iman zafiyeti diğeri de irade zafiyetidir. İmanda kemalat, Allah’ı görüyormuş gibi hissetmek, daima Allah’ın ona nazar ettiğini bilerek قُلْ اَطٖيعُوا اللّٰهَ وَاَطٖيعُوا رَّسُولَهُ “De ki Allah’a itaat edin Peygambere de itaat edin.”[9] sırrınca, her geçen gün iradesini güçlendirmektir. Artık onun için rüzgârlar ne taraftan eserse essin, yağmurlar hangi şekilde yağarsa yağsın, insanlar hangi nazar ile tahkir ve tahrik ederse etsin, çelik gibi iradesinden dolayı asla sarsılmaz. فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”[10] sırrıyla da nefsi, iradesini binek yapamaz. Zira ibadet ile hayatını şekillendiremeyen bir insan, cüzi bir hadise karşısında enva-ı fikir ve ahlaka girmeye mecburdur.
2. Zihin marifetullahla yani Allah’ı tanıyarak hakkı bir bilmekle gelişir. Varlık âleminde yaprak, çiçek v.s Allah’a giden birer yoldur. Bunları okumak Risale-i Nur gibi tefekküri eserlerle fikren yapılan egzersizlerle mümkündür. Marifetullah, Allah’ı Allah’ın dediği ve istediği şekilde bilmektir.
Kuran-ı Hâkim’den marifet dersi alındığı zaman her şey O’nun marifetine bir ayna olur. Sadi-i Şirazi bu konuda şöyle diyor: “Uyanık olanın nazarında, her yaprak Allah’ın marifetini içeren bir defterdir.” Kişi nereye giderse gitsin orada Allah’a bir yol bulur. Bu da marifettir. Ayet ve hadislerle hakkı bulma egzersizleridir.
3. His, hakkı bulup hakkı yaşamak için verilmiştir ki bu da muhabbetullahla gelişir.
4. Latife-i Rabbaniye, bütün duygularımızı Allah’ı görüyormuş gibi bir hale getirmektir. Bu ise müşahedetullahtır yani takvayı kâmile de deniliyor.
İnsanlık, toplumsal olarak şeriatten korkutulmuş. Hâlbuki şeriat, İslam demektir. Allah’ın kanunu ilahisi yani şeriat tüm aza ve duyguları geliştiriyor. Hem tehzip ediyor, temizliyor. Hem de gaye’tül gayelerine götürerek duyguların nasıl kullanılması gerektiğini bizlere öğretiyor. İnsan, hayat basamaklarında ilerlerken tüm adımlarında Allah (c.c)’ın ezeli ve ebedi olduğunu delilleri ile gösteriyor. Gaflet ise buna perde çekiyor.
Onun için “Ey insan! Kendini oku yani kâinatın uzak çöllerine gidip de delil aramana gerek yok. Elini oku, gözünü oku, tırnağını oku, konuşmanı oku, hafızanı oku, bir sene önce duyup da hafızana yerleştirdiğin ve tekrar aldığın zaman ben bunu bir sene önce de almıştım dediğin o kokuyu tekrar oku ki Ezel ve Ebed olan Zat-ı Zülcelal’i tefekkür etmiş olasın.”
Eğer bir şeyde “ol” emriyle yaratılış varsa o yaratılan her şeyin “öl” emriyle başka bir hayata da çekileceği güneş kadar aşikâr bir hakikattir. Sadece “ol” emrini bilerek “öl” emrine gaflet ile dikkat etmemek o insanın “öl” emrini duyduğu gün dönüşü olmayan kabir yolunda çekeceği en büyük ızdırap pişmanlık ızdırabıdır.
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
“Her nefis ölümü tadıcıdır! Amellerinizin karşılığı ise, ancak kıyâmet günü size tam olarak verilecektir. Artık kim ateşten uzaklaştırılıp Cennete sokulursa, işte (o kişi) gerçekten kurtulmuş (murâdına ermiş)tir. Hâlbuki dünya hayâtı, aldatıcı menfaatten başka bir şey değildir.”[11] Ayeti kerimesinde “ol” emriyle varlık âlemine gelen bütün her şeyin bir gün “öl!” emriyle ölümü tadacakları beyanı vardır. Bu ayeti kerime Kuran-ı Kerim’de üç yerde geçiyor ve “her nefis istisnasız ölümü tadacaktır” buyruluyor.
“Her nefis ölümü tadacaktır.” Dersini şahsımıza alıp, ölümü görüp başkasına verenlerden olmayalım ki “öl” emri geldiği zaman ruhumuzu kemali memnuniyet ile ümmet-i Muhammed’e yakışır bir şekilde teslim alan emanetçi Hazreti Azrail’e teslim edelim. Her nefis ölümü tadacaktır. Yani yaratılmış her şey ölümü tadacaktır. Kemale giden her şey kâmil-i mutlak olan bir faili gösterir. İster kucaktaki evlatlarınıza ister sizin çocukluk fotoğraflarınıza bakın kemalâttan zevale doğru gittiğinizi sizler de görürsünüz. Hatta hayat çizgilerinize mütefekkirâne baktığınız zaman gençliğin derin uykusundan daha kolay uyanırsınız.
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ
Ayet-i kerimesini tefekkür ederek aynadan saçınıza bakın, yüzünüzde ufak ufak belirmeye başlayan fakat bazı kremlerle örtmeye çalıştığınız çizgilere bakın veya zaman zaman vücudunuzun teklemesine veya fikren teklemelerinize bakın, her birisi aslında “dikkat et!” ihtarıdır. “Dikkat et! Dünya sana uğurlar olsun demeden sen, seni gaflete götüren dünyaya uğurlar olsun de” demektir. İşte Cenabı Hak o yüzden كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ لْمَوْتِا buyuruyor.
“Nev-i insanî bir nefistir; dirilmek üzere ölecek. Ve küre-i arz dahi bir nefistir; bâki bir surete girmek için o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir; ahret suretine girmek için o da ölecek.”[12] Demek ölümden kurtuluş yok.
Enes (r.a) anlatıyor; Allah Resulü (s.a.v) buyurdu: اذِكْرَ هَذِمُ اللَّذَّات اَكْثِرُو “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz” [13]
Sözün özü, varlık sahasında hayatı tadan, hayatın lezzetlerini alan ve hayattan istifade eden kim ise ölümü de o tadacaktır. Ve o ölüm denen hadiseyle dünyanın ne hüznü ne de kederi kalmayacaktır. Cenab-ı Hak buyuruyor: وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ korkmayın ecirleriniz, mükâfatlarınız kıyamette verilecektir. İnsan dünyada zeval ve firak sillesiyle her an tokatlandığından dolayı daima gam ve keder içinde yaşar. Ahirette ise gamsız, kedersiz, hüzünsüz, ızdırapsız hiçbir korkunun olmadığı emniyetli ve güvenli bir hayat yaşar.
فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ Cenabı Hakk buyuruyor: Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. O yüzden baki bir hayata hazırlanın. Bekayı bırakıp da fenada fani olanları taklit etmeyin.
Cennetin sekiz tane kapısı vardır. Namaz kapısı, oruç kapısı, zekât kapısı, sadaka kapısı, cihat kapısı gibi. Herkes amellerine göre o kapılardan içeri girecek. Ama daha kolay bir kapı da “Sizden kim abdestini alır ve bunu en güzel şekilde yapar, sonra da: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Resûlühü. (Şehâdet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve Resûlüdür)” derse, kendisine cennetin sekiz kapısı da açılır; hangisinden isterse oradan cennete girer.”[14]
Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor “Fakat münafıklar cennetin hiçbir kapısından giremezler ve geri çevrilirler.”
فَازَۜ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ “Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa gerçekten kurtuluşa ermiştir.”[15] O yüzden ölüme çok iyi hazırlanmak lazım. Allah Resulü (a.s.m) buyuruyor: “Ölüm gelmeden hayatın kıymetini bilin ve ölümünüze hazırlanın.”[16]
Ayet-i Kerime devam ediyor: وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ “Dünya hayatı bir gurur, bir aldatma yeridir.” Bu dünya serap gibi parlayarak aldatır. Bulutlar gibi تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ deyip çeker gider. Hayat apartmanı yıkılıyor. Hayat apartmanı her sene bir kat daha sökülüyor. Ömür tayyaremiz şimşek gibi geçiyor.
“Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.” [17] Kendimize “gençsin” dedik. Her sene her gün hayat apartmanımızdan bir kerpiç düştüğünü her sene bir kat yıkıldığını görmedik.
Zaman sel dolaplarını süratle çalıştırıyor. Arz sefinemiz de giderken تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ Ayetini okuyor. Ve bulutlar gibi süratle çekip de gidiyor. Onun için dünyanın gayrı meşru lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Nasıl ki bir vücuda zehir girdiği zaman o zehir o vücudu tahrip ediyor. Aynen öyle de günah okları da kalbimize, aklımıza, ruhumuza girdiği zaman manevi vücudumuzu tahrip ediyor. Bunu için hayat apartmanımız devam ederken, hayatımız şimşek misali giderken o zehirli okları çok iyi tefrik ve temyiz edebilmeliyiz.
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ “Bütün nefisler, ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şer fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz.”[18] Bu âlem bir imtihan salonudur ve her hayrın önünde bir de şer vardır. Hayır ve şerri seçmek insanın iradesine bırakılmıştır. İnsanın iradesi ibadetullahla kuvvetlendiği zaman hayrı seçmek onun için daha da kolaylaşır. Ölüm gelmeden, ihtiyarlık ve hastalıklar çökmeden dünyevi iplerinizi koparıp Huzur-u hakka ihlâs ile hakiki hürriyetinizi ilan ederek gidin.
Her şey helakete gider. Allah’ın veçhi müstesnadır. Yani كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ “O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.”[19]
Allah Resulü (a.s.m) Safiye validemizi kabristana yerleştirdiği zaman rengi benzi atar. Sorarlar: Ya Resulallah! ne oldu? Buyurur ki: Toprak öyle Safiye’yi sıktı ki kaburgaları birbirine geçti.
Ubey İbn-i Halef efendimiz aleyhisselatü vesselamın huzuruna çürümüş bir kemikle gelir. Çürümüş kemiği ufalayarak şöyle der:قَالَ مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ . Çürümüş kemikleri kim diriltecek [20] Efendimiz (s.a.v) de buyurur:“Evet” der. Allah seni de diriltir ve de ateşe koyar.
Bunun üzerine şu ayet nazil olur: قُلْ يُحْيِيهَا الَّـذِٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌۙ “De ki: Onları ilk defa var eden diriltecektir. O her yaratılmışı hakkıyla bilendir.”[21]
قُلْ كُونُوا حِجَارَةً اَوْ حَدِيداًۙ ﴿٥٠﴾ اَوْ خَلْقاً مِمَّا يَكْبُرُ فِي صُدُورِكُمْۚ فَسَيَقُولُونَ مَنْ يُعِيدُنَاۜ قُلِ الَّذِي فَطَرَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍۚ فَسَيُنْغِضُونَ اِلَيْكَ رُؤُ۫سَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتٰى هُوَۜ قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَرِيباً ﴿٥١ ﴾
“De ki: “(Şüphe mi var?) İster taş olun ister demir! Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkansız olan başka bir varlık olun, (yine de diriltileceksiniz.)” Diyecekler ki: “Peki bizi hayata tekrar kim döndürecek?” De ki: “Sizi ilk defa yaratan”. Bunun üzerine başlarını sana (alaylı bir tarzda) sallayacaklar ve “Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Yakın olsa gerek!”[22]
ثُمَّ نُفِـخَ فيهِ اُخْرٰى فَاِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنْظُرُونَ “(O gün) sûra üflenecek, ardından -Allah’ın diledikleri dışında- göklerde ve yerde bulunanların hepsi düşüp ölecek; sonra (sûra) yeniden üflenecek ve onlar birden ayağa kalkmış, etrafa bakıyor olacaklar.”[23] Sonra o sura bir defa üflenince, bir de ne göresin, onlar ayağa kalkmış bakıyorlar! O ceza ve hesap gününde مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ huzurunda mahlûkat ve mevcudatın en kıymetlisi olan insan tekrar diriltilecektir. Hayalen şöyle bir gidelim haşir meydanına. Halk olmamıza bakalım, huzuru kibriyada mahcup ve mütellim olmak var. Bir de huzuru kibriyada Allah (c.c)’ın affı mağfiretini ümitle bekleyip mutlu olmak vardır.
Allah ikinci gruba bizleri nasibi müyesser eylesin.
[1] Zümer Suresi /62-63
[2] Yasin Suresi / 83
[3] Hicr Suresi / 21
[4] Hud Suresi / 56
[5] Zariyat Suresi / 56
[6] Müsned
[7] Mülk Suresi / 3
[8] Hutbe-i Şamiye
[9] Nur / 54
[10] Hud suresi/112
[11] Al-i İmran suresi/185
[12] Lem’alar
[13] Tirmizi/ Zühd 4.
[14] Ebu Davud, Taharet 65, (169); Tirmizi, Taharet, 41, (55)
[15] Âl-i İmrân
[16] Buhari, Tirmizi
[17] Sözler
[18] Enbiya Suresi/65
[19] Kasas / 88
[20] Yasin suresi/77
[21] Yasin suresi/79
[22] İsra / 50-51
[23] Zümer suresi/68